top of page
Ara

Kendini ve beraberinde beni var eden aşk

  • İdil Tatar
  • 17 Mar 2021
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 7 Ara 2023

17.03.2021

Demet Kurtoğlu Taşdelen, Kendini Varedebilme Etiği isimli kitabında kişinin etik bir yaşamı nasıl sürebileceğini, varolma iyilerinin neler olduğunu ve bir arada yaşarken birbirimizle ve önce de kendimizle etik bir ilişkiyi nasıl kurabileceğimizi araştırıyor. Kitabı okurken kendimi bulmaya çıktığım yolculuğumu tanımladığını fark ettiğimde yaşadığım heyecanımdan dolayı kitabın benimle nerelerde iliştiğinden biraz bahsedip ardından da kendi deneyimimi anlatan bir yazımı paylaşmak istedim.




Taşdelen bu araştırmasında kendini var etme iyilerinden bahsederken aşkı kişinin bireysel etik gelişiminde yol gösterici, aracı ve bazen de yolun ta kendisi olarak gösteriyor. Aşk olarak başlığı atılmış bu bölümü okuduğumda özellikle Socrates’in aşk hakkında yaptığı betimlemeleri ve açıklamaları benim deneyimlediğim ve peşinden gittiğim ve peşinden gittikçe de bilgiyi ve kendimi aradığım bir aşka denk geliyor. Socrates aşkı Poesis ve Eros ile yani güzel olandan kendini yaratma ve bunu tutku ile yapma olarak tanımlıyor. Böyle bir aşkta kişi aşk içerisinde kendini tekrar ve tekrar sürekli olarak yeniden tutku ile yaratıyor ve bu şekilde kendinde gördüğü eksiklikleri geliştirerek ilerliyor. Bu deneyim de daha etik bir yaşam sürmek adına kendini geliştirmeye denk geliyor. Burada aşık olunan kişinin ve aşkın önemi ise kişinin kendini daha iyiye taşıma yolculuğunda aşkına baktıkça kendindeki eksiklikleri görmesi ve bunlar üzerine tutku ile eğilerek kendini geliştirmesinden geliyor. Böyle bir aşkta aşkın içerisindeki kişiler sürekli olarak bir devinim ve öğrenme halindedirler. Böyle bir halde ise sonlu olmaktan ziyade sürekli katmanlanan ve Socrates’in terimi ile dünyevi olmaktan çıkan bir aşk ortaya çıkar. Etik bir yaşamda kişinin deneyimlediği aşk onun için böyle bir aşktır. Aşkın içerisindeki kişiler birbirlerinde kendilerini keşfederken kendilerinden yola çıkıp evrensele açılan bir bilgilenme içerisine girerler. Kişiye duyulan aşk dünya gerçeklerine duyulan aşka dönüşür; özgürleştiricidir çünkü bir keşif hali vardır; aşk felsefi deneyim alanıdır. Böyle bir aşkı deneyimleyen kişi tamamlanma ve kendini gerçekleştirme aşkı yaşar; metaksu olarak tanımlanan bu hal kişinin arada olma halinden çıkıp yani olduğu kişiyi bırakıp kendine doğru, olacağı hale doğru yola çıkmasıdır. Bu yoldaki deneyimler de aşk içerisindeki kişileri pişirir; maieutik olarak tanımlanan, karşılıklı olarak iki tarafı da geliştiren bir aşk deneyimi içerisinde yolda kendilerini ve birbirlerini keşfeder ve bu keşiften de evrensel bilgiye doğru uzanırlar.


Benim yaşadığım aşkta kişinin kendisi karşımda yoktu. Hiçbir zaman yaşanmamış bir aşk vardı ortada. Aşık olduktan hemen sonra birbirini kaybetmiş iki kişiydik. Ancak böyle bir durumda bile kişi o an kısacık da olsa deneyimlediği o tamamlanmadan yola çıkarak kendi eksiklerini görüp bunları tamamlama uğruna, aşkının peşinden yola tek başına kendini geliştirerek de devam edebilir. Benim yaşadığım ise tam olarak buydu. Kişinin kendisi yoktu ortada fakat zihnimdeki aşk ile peşinden gittiğim bir dönüşüm vardı. Bu gelişimin olması için de kişinin kendinin eksik olduğunu kabul etmesi ve her daim bir öğrenci olarak kalması gerekir. Socrates aşkına baktıkça kendindeki eksikleri, tamamlanmayı, bilgiyi ve sonsuz bir devinim halini görür. Sonsuzluk devamlı keşif ve dönüşümden süregelir, bitmeyen ve kendini yaratan bir aşktır; sonsuzluğu sonlu olmamasından gelir. Buradaki sonsuzluktan devam edip zaman ile ilintili sonsuzluk kavramına geçiş yapalım. Zaman ile ilintili olan sonsuzluk benim bazı anlarda deneyimlediğim, açıklayamadığım mistik bir sonsuzluk ile ilişkileniyor. Varlığımın bu dünyadan önceki anları ile dünya içerisindeki önce, şimdi ve sonranın anlarının birleştiği ve tam da o anda toplandığı bir an. Bir his olarak geliyor önce, ardından ise bu his anımın zamanına yayılıp yaşadığım o anı genişletiyor, genişletiyor ve en sonunda bedenimin zamanı hissetmediği bir halin içerisine giriyorum. Öyle bir halde zamanın olmaması, durmuş olmasına anlamına gelmiyor, bütün anların birleşiminden gelen bir tamamlanmışlık ve bütün anlarımı aynı an içerisinde yaşamanın getirdiği bir zamansızlık içerisinde tamamlanmışlıktır. Bu hisse doğru giderken belimize bağlayacağımız bir ip gereklidir; kitabın içerisinde Martin Buber aşık insanlar arasındaki insanları birbirine bağlayan arada bir güç olduğundan ve bunun ben ile seni bir arada ben-sen yapan bağlayıcı güç olarak tanımlar. Bu bağlayıcı güç ile kişiler zamansallık içerisinden farklı olarak zamansızlıktan ebediyete çıkar. İçsel ebediyetimde yaşadığım kendim ile barış ve kendime yaklaşma hali bedenimle kendimi tanımladığım bu dünyadan uzaklaşma ve bir yandan da içimde hissettiğim barış hali ile dünyaya bir o kadar da iyice, etikçe yaklaşma haline dönüştü. Benim yaşadığım aşk kendime yaşadığım aşka, dostlarıma yaşadığım aşka, bilgiye yaşadığım aşka ve anıma yaşadığım aşka dönüştü. Beni her yerden sarıp sarmalayıp dönüştürmeye başladı. Ortada aşkın kişisinin olmadığı bir aşk olduğundan dolayı devamlı gözyaşı, içimdeki boşluk, yaşamın anlamsızlığı ve devamlı bir ulaşamama halinden acılı ve sancılı bir yerden beni öğrenci koltuğuna oturtup ağlasam da yola devam etmemi sağladı. Halen yoldayım ve halen ağlıyorum zaman zaman. Ancak var olma, kendini var etme yolculuğumda böyle bir aşkı yaşadığım ve bunun mümkün olduğunu bildiğim için de kendimi bir o kadar şanslı hissediyorum. Kişinin aşkı halen içimde, o da dönüşmeye devam ediyor; en çok da benden bir parça olarak varlığını sürdürüyor. Kendimden, benden bir parça olarak her daim benimle birlikte dönüşmeye ve benimle birlikte gelmeye devam edecek; kimi dostlarım ve kimi iç görülerim gibi.


Yaşadığım aşkın içimde birleşmiş olmasına rağmen dünyevi zamansallık içerisinde birleşememesinden ve içimde duyduğum hislerden yola çıkarak yazdığım "Aşkın Anarşist Duruşu" yazım Taşdelen’in kitabını okumamla tanımlama bulup anlam kazandı. Hissel zamansızlık deneyimlerimin, kendimi gelişmeye adayışımın ve geldiğim noktanın anlamını, bu kitabı okurken içindeki metinlerde buldum. Bana ve yaşadıklarıma anlam kazandıran bu kitap ile iyi ki karşılaşmışım diyorum.


24.10.2019

Aşkın anarşist duruşu

Osmanbey metrosunda zıt durakları bekleyen iki kişi; durmuş konuşuyoruz seninle. Biliyoruz ki bir hareket vakti var. Akan zamanı arkamızdan geçen trenler belirliyor. Mekan burada iki yönlü; biz ise zamanın ve mekanın dışında boşlukta bir yerdeyiz. İnsanlar, burayı var etmek için boşlukta yayılan figüranlar; dönüp duruyorlar. Biz, aşkın anarşisine tutunmuşuz; düzene karşı geliyoruz. Bu durakta birbirimize sığınıp bu kurmacadan birlikte sıyrılıyoruz. Göğsümüzü zorlayan kalbimiz bedenimize bir zaman uyduruyor. Kaybolmamak için kalp atışlarımıza tutunuyoruz. Seninkiyle bir dalga boyunda buluşan kalbim mekana boydan boya bir zaman biçiyor; kendi zamanımıza hapsoluyoruz. Mekan, iç içe bakan gözlerimizin gördüğü derinlik kadar. Güven, bu ikili ilişkinin belirleyeni olarak görev alıyor. İç ile dış karışıyor. Omuzlarını görüyorum; kalbini cesaretle açarcasına dik ve geriye doğru gerginler. Derin bir nefes alıyorum ve kalbimi sarmış bulunan havayla öpüyorum kalbini. Az sonra ayrı trenlere binip gideceğiz seninle. Fakat mekan doğrusal değil, zamanda geriye gidecek halimiz de yok. Biz de zıt yönlere gidecek değiliz. Zıt yönlere giden trenler olsak, ben senin geçmiş olduğun durakları senden sonra; sen ise, benin geçmiş olduğum durakları benden sonra geçiyor olurdun. Birbirimize hep değip geçer, bir deneyimi birlikte var edemez olurduk. Fakat biz tren değiliz sevgilim. Maddenin kuralları geçerli değil aşkı yaşayan zihinlerde. Sen benimle birlikte deneyimleyensin; benim yolumda bana eşliksin. Bazen karşılaşıp selam veriyoruz birbirimize: Fiziksel varlığın koyulaştırıyor zihnimdeki imgeni ama kalbimdeki ağırlığını hafifletmiyor yokluğun. Şimdi ayrı trenlere bineceğiz seninle, ya güvenli ya güvensiz.




 
 
 

Comments


Yazı: Blog2_Post
  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn

©2020, kaplumbaganınöyküsü tarafından Wix.com ile kurulmuştur.

bottom of page